Taşa İşlenen Nakış MARDİN...
Taşa işlenen nakış
MARDİN
Yazı ve Fotoğraflar : Yelda Baler
Bir kenti ilk kez görecekseniz, aranızda kopmaz bağları yaratacak etkiyi yakalayabilmek için iki güzel zaman dilimi vardır önünüzde. Ya güneşin ışımaya başladığı o ilk saatlerde ya da gün batmak üzereyken orada olmalısınız. Güneşin veda kızıllığına bulandığı zamanda Mardin’i karşıdan görmek ilk görüşte koca bir sevda yaratır yüreklerde. Sırtını Mazı Dağı’nın tepesindeki kaleye dayamış nakış işlemeli taş evler, akşam güneşin rengini iyiden iyiye üzerine çeker. Camlarda parlayan güneş altın tozuna bulanmış bir kent çizer önünüzde ve ilk kez gördüğünüz Mardin tüm hayallerinizin üzerinde yıldız gibi parlar.
Kentin meydanlarında, dar ve merdivenli sokaklarında Mezopotamya’yı kaplayan bozkır rüzgarları dolanır durur. Evlerin narin bir dantel gibi işli duvarları, terasları, pervazları taşı işleyen ustaların tüm becerilerini de gözler önüne serer. Evlerin mimari dokusu sekiz yüzyıl önce Artuklular zamanında şekillenmeye başlamış. “Abbara” denilen tünellerle birbirine bağlanan sokaklar yakıcı güneşle saklambaç oynanacak serin ve kuytu yerlerdir. Evlerin geniş avlularında çamaşırlar yıkanır, biberler, patlıcanlar kurutulur. Sokak aralarında gizlenmiş tandırlarda ekmekler pişirilir. Yaz sıcağında avluya kurulan “taht”larda yıldızların altında uyunur.
Taşa işlenen altın sırmalı bir nakıştır Mardin. Uçsuz bucaksız Mezopotamya’dan salınarak gelen rüzgarların sokak aralarından, abbaraların altından, kemerli kapılardan geçerek tahtlarda uyuyan çocuklara masal anlattığı bir kenttir. Ulu Cami’nin minaresi etrafında uçan güvercinlerin kanat seslerindeki neşedir. Dünyaya koca bir mirastır. Tarihtir…
Yapılan kazılarda MÖ.4500’den itibaren yerleşimin izleri bulunan; Subari, Hurri, Sümer, Akad, Mitani, Hitit, Asur, İskit, Babil, Pers, Abgar, Roma, Bizans, Arap, Selçuklu, Artuklu ve Osmanlı dönemlerinin kültürünü Mezopotamya’nın üzerine serpiştirmiş masalsı bir Güneydoğu kentidir Mardin. Kentin adı üzerindeki söylenceler pek çok. Süryani dilinde ''Merdo”' olduğu söylenir. Persler ''Maride'', Ermeniler ''Mardi'',Bizanslılar ise ''Mardia'' dediler. Araplar önceleri ''Maridin'' seslendilerse de sonunda “Mardin” demeyi uygun gördüler.
Ticaretin develerle yapıldığı ortaçağda, kervanların yolu üzerindeki Mardin, ticaretin de kavşağı sayılırmış. Yüzlerce yıldır hareketliliğini koruyan kentin iç içe geçmiş çarşıları, yokuşları, merdivenleri ya bir camiye ya bir hana ya da bir kiliseye çıkar. Binlerce yıldır kavimlerin, dinlerin, dillerin, geleneklerin buluştuğu yer olması Mardin’i kültür zengini yapmakta. Sayıları azalsa da kilisede ibadetlerini sürdüren Süryanileri, Şemsileri, Yezidileri, son Yahudileri, Türk, Arap ve Kürt kökenli yaşlıları Mardin’i anılarında yaşatmayı sürdürürler. Yaklaşın yanlarına, söyleyecek çokça sözleri vardır, tıpkı sokak aralarında, manastırda, kilise ya da camilerde rastladığınız çocukların saçlarında güneş parıltıları, tenlerinde sarı rüzgarların izleri olduğu gibi.
Taş işleme ustalığının en güzel örneklerini görebileceğiniz bir çok yapıt var Mardin’de. Yivli kubbeli Kasımiye Medresesi, Hatuniye Medresesi, Zinciriye Medresesi, Bezestan, Akkoyunlu Sultan Hamza, Kutbeddin İlgazi ve Cihangir Türbeleri, Süryanilere ait Deyrulzafaran Manastırı ve Mar Mihail Kilisesi bunlardan yalnızca birkaçı. Kentin yukarılarına doğru çıkıldığında 1176 yılında Artukoğulları hükümdarı II. İlgazi’nin elinden çıkan Ulucami’nin arkasında uzayıp giden Mezopotamya Ovası sapsarı bir denizi andırır.
Gün batıp hava iyiden iyiye karardı mı “Mardin Denizi” diye adlandırılan koskoca Mezapotamya Ovası’nda ışıktan adaların düşleri görülür. Açıklardan gelen rüzgar Türkçe, Süryanice, Farsça, Arapça, Kürtçe, Ermenice masallar anlatır ve her masal Mardin güzeldir diye biter. Mardin güzeldir.
Bu yazı ve fotoğrafların tüm telif hakları Yelda Baler'e aittir. Kendisinin yazılı izni olmaksızın hiçbir şekilde ve internet dahil hiç bir ortamda bölümler halinde de olsa, yayınlanamaz ve kullanılamaz.
|