Gelelim Fez’e. Fas’ın en eski kentlerinden biri Fez. Muhammed Peygamberin ölümünden sonra Kuzey Afrika’ya yönelen Arap akınları sırasında kurulmuş. Kentin kalbi elbette ki eski Fez yani Fez el Bali. Dar ve birbiri içinden geçen, kıvrılan, biraz ilerledikten sonra geri dönüp baktığınızda nerden geldiğinizi asla hatırlayamadığınız labirent sokakları insana hem şaşkınlık hem hafif bir ürperti hem de inanılmaz bir macera duygusu yaşatıyor. Ben ki dünya üstünde onca yeri gezmişim, kaybolmuşum, yine de yolumu bulmuşum, Fez’i bize gezdiren rehberimi Fez sokaklarında onsuz gezmek istediğime ikna edememiştim. Adamcağızın şaşkın bakışlarıyla “kaybolursun, kaybolursun” diyerek koluma sıkı sıkı yapışması ve sıkı göz hapsinde tutması Fez’le ilgili komik anılarımın arasında yerini aldı. Önünüze açılan kapılar, sebzeciler, baharatçılar, sabuncular, kumaşçılar, babuşçular, parfümcüler, ellerindeki nikelajlı bilezikleri gümüş diye yutturmaya çalışan satıcı kadınlar, bağıra çağıra koşturan çocuklar, kukuletalı uzun cüppeleriyle yanınızdan geçen Fezliler hepsi ama hepsi aslında bu labirentin içinde, arkalarda yaşanan başka hayatların da habercisi. En çok ilgimi çeken rengarenk suni derilerden yapılmış, dümdüz, yumuşacık, ökçesiz babuşlar. Sıkı pazarlıklar yaparak girdiğim bir dükkanın arka terasına çıktığımdaysa Fez’i beynime kazıyan deri boyama atölyelerini görmüştüm. Gördüğüm manzara, çalışan insanların perişanlığı, boyaların içinde derilerle mücadeleleri öylesine hırpalamıştı ki beni uzatılan bir bardak naneli çayın kokusuyla kendime geldiğimde, yıllardır yerimde çakılı kalmış o insanları seyrediyormuşum gibi ağırlaşmıştım.
Fez’in sokaklarında dolanırken dükkanlarda satılan elsanatlarının da güzelliğinden bahsetmeden geçmeyelim. El becerilerinde yıllardır süren ustalık kuşaktan kuşağa geçerken Berberi, Yahudi, Endülüs ve İslam kültürlerinin karışımını bulabileceğiniz sayısız elsanatı ürünü yaratılıyor. İster geleneksel ürünlerden alın, ister modern çizgiler taşıyan ürünler alın pazarlıksız adım atmayın. Pazarlığa başladığınız anda bir oyunun da içine çekiliyorsunuz aslında. Kim dayanıklı çıkarsa, kimim çenesi kuvvetliyse sonunda kazanan o oluyor.
Fas’ın elsanatlarından söz ettikten sonra yemeklerinden bahsetmemek olmaz. Her ne kadar onlar dünyanın en iyi mutfağının Fas mutfağı olduğuna inansalar da çok zengin çeşitlerin olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bol baharatla tadlandırılan yemeklerin içinde en bilineni toprak kapta ve mangalda pişirilen sebzeli kebap yani tajin, kuskus, kebap, köfte en hızla aklıma gelenler. Buna ekleyeceğim çeşit de az inanın.
Hangi kenti gezerseniz gezin yapıların mimari özellikleri, süslemeleri sizi çok etkileyecek. Yüksek duvarların ardına geçebildiğiniz ziyarete açık olan olmayan bütün mekanların revaklarla çevrili iç avluları hemen hemen aynı. Dış avlular ise yüksek duvarlar ardına gizleniyor. Duvarlardaki süslemeler ise göz alıcı ve şaşırtıcı güzellikte. Eski yapıların büyük kısmında ahşap oymalar dikkati çekiyor. Ama bazı yapılardaki dantel gibi işlenmiş duvarlar, mozaik süslemeler Fas’ın mimari dokusunun özünü oluşturuyor.
Ve Marakeş... Kırmızı killi toprağıyla yükselen Atlas Dağları’nın eteklerinde bir kenttir Marakeş. Sıra dağların bir tarafında Sahra Çölü, bir tarafında okyanusa bakan ovalar bulunmakta. Konumundan dolayı da çok uzun yıllar Afrika’nın içlerine uzanan ticaret yolu üzerinde kervanların uğrak yeriymiş.
Kentin genelinde, evlerin duvarlarında koyu turuncu bir renk hakim. Dükkanların, binaların, sokakların hepsi bu renge bulanmışken duvarlarından kapılarından sarkan eşyalar, önlerinden
uzun elbiseleriyle süzülen Faslılar masalsı bir dünya yaratıyor. Ve Fas’ı benim için var eden Djama el-Fna meydanı, yani Sonsuzluk Meydanı. Her gün sabah gün doğarken hareketlenme başlar, aslında akşamdan kalan hareketliliğin son demleri de olabilir. Size önerim meydana gelirken önce Kutubiye Camisi’ni görmeniz. Sonrasında aklınıza bile gelmeyebilir. Meydana girince önce ahşap karavanlarda portakal suyu satıcıları dikkati çekiyor o saatlerde. Derken bir şemsiye açılıyor meydanın bir yerinde, yanı başına da iki ya da üç tabure. Kına torbalarını kucaklarına alan kadınlar hararetle sabah konuşmalarını yaparlarken bir yandan da gözleriyle kendilerine benzemeyen kadınları yakalamaya çalışıyorlar. Sonrasında el kol hareketleriyle mutlaka aklınızı çeliyorlar ya, yanlarına gittiğinizde ellerinizi avuçlarında buluveriyorsunuz bir anda. Elinizin üstüne kıvrım kıvrım motifli kına ile elinizi havada tutarak geziyorsunuz sonra. Sabah saatlerinde üç beş tane olan yılan oynatıcıları, çalgıcılar, falcılar günün ilerleyen saatlerinde arttıkça artarlar. A bir de kenarı püsküllü kocaman kırmızı şapkaları, bellerindeki zincirlere asılı kaseleriyle suculara rastlarsınız.
Meydana açılan onlarca sokaklardan birine süzülürseniz, gün boyunca sizi kimse çıkaramayacaktır, güzelim gölgelikli yerlerden. Dükkânların canlılığı, önlerinde oturan uzun elbiseli, başları kapişonlarının altında gizli, sıcağın verdiği rehavetle uyuklayan insanlar zıtlık yaratsalar da aldırış etmeden birinden çıkıp diğerine girerken bulursunuz kendinizi. Elinize aldığınız örtüler, babuç denilen suni deri patikler, sepetler, kilimler, boncuklar elinizde dururken sıkı pazarlıklara da daldınız mı iyiden iyiye havasına alıştınız demektir. Karnınız acıktığında hiç çekinmeden bir çarşı restoranına girip “tajin” denilen sebzeli güveçlerinden ısmarlayın. Akşama doğru tekrar Djama el Fna meydanına geldiğinizde bambaşka bir havada bulacaksınız meydanı.
Güneş iyiden iyiye yatay duruma gelirken meydanın taşları parıldamaya, insanlar gölgeler halinde görünmeye başlar. Etrafı dumanlar sarar. Dört bir yanda simyacılar kazanlarını kaynatıyor sanırsınız. Falcılar, yılan oynatıcılar,
satıcıların sayıları artarken onların etrafını saranlar da küçük öbekler oluşturur. Meydanı uzaktan izlemeyi bırakıp içlerine doğru girerseniz bu kez seslerin büyüsüne kapılırsınız.
Tüten dumanlarını akşamın karanlığına gönderen kebapçı tezgahlarında satıcıların sesleri gittikçe artan kalabalığı da kendilerine çekmeyi başarıyor. Bu tezgahlarda yalnızca kebap değil balığın hası da yenir. Gecenin ilerleyen saatlerinde çalgıcıların ve müzisyenlerin diğer bütün sesleri bastırır. Çoğu akortsuz hatta kulak tırmalayan sesler defle, bendirle, darbukayla birleşti mi daha da çümbüşe dönüştürür geceyi.
Ve aklınıza, ruhunuza yerleşiverir Fas.
Bu yazı ve fotoğrafların bazıları, Skylife dergisinde yayınlanmıştır. Tüm telif hakları Yelda Baler'e aittir. Sanatçının yazılı izni olmaksızın hiçbir şekilde ve internet dahil hiç bir ortamda bölümler halinde de olsa, yayınlanamaz ve kullanılamaz.